Univ.den sınıf arkadaslarımdan birisi şimdilerde antropoloji doktorası yapıyor. John Zerzan’ın Gelecekteki İlkel isimli kitabı hakkında bir ödev hazırlamış.

Arkadaşım ödev olarak kitabın bir özetini çıkartmış ve sizinle paylaşmak istiyorum ama önce hakikatten soruyorum, köleliklerimizle neden bu kadar mutluyuz? Sahip olduklarımızın köleliğinden kurtulursak daha korku dolu bir hayat yaşayacağımız aşikar, ama daha özgür ve daha mutlu bir hayat yaşayacağımız da aşirkar. Yani vay efendim internet’i yasaklıyorlarmış, vay efendim benzin şu kadar lira olmuş gibi saçma sapan dertler üretmeyin kendinize, yaşama imkanı büyük ama çok büyük bir şans ve bu şans size de vurdu, siz kendi hayatınıza bağımlılıklar kurşunu sıkmayın, sistemin etrafınızdaki her imkanını kullanın ama imkanlar karşılığında da ruhunuzu isterlerse hemen bırakın o kullandığınız imkanı.

Haaaaa bunları yapmak yerine, zanax’ın prozac’ın dibine de vurabilirsiniz. Ama ne yaparsanız yapın kendinizi çok da fazla kandıramazsınız.

Şimdi arkadaşımın ödevini sizinle paylaşacağım. Kendisi yazıyı paylaşabileceğimi, ancak adını paylaşmak istemediğini söyledi.

===============================================

JOHN ZERZAN’ın “GELECEKTEKİ İLKEL” Kitabı Üzerine KİTAP RAPORU

1) KİTAP ÖZETİ

Eserin yazarı John Zerzan (d.1943) Amerika’nın önde gelen küreselleşme karşıtı aktivistlerinden biridir. Stanford Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi ve San Francisco Eyalet Üniversitesi Tarih Bölümünü bitirmiştir. Üniversite yıllarında öğrenci hareketi içinde yer almıştır. “Sanayileşmenin kökeni” ve “teknolojinin doğası” üzerine başladığı tarih çalışmalarını “modern tarih” ve “antropoloji” üzerine yoğunlaştırmıştır. Eserlerinde uygarlığı ve sembolik kültürü sorgulayan Zerzan, halen ABD’de yaşamaktadır (http://www.johnzerzan.net).
 

Zerzan, “Gelecekteki İlkel” isimli eserinde uygarlığı bir felaket olarak değerlendirmektedir. “Evcilleştirmeyi” günümüze değin uygarlaşan insanlığın evrensel değerleri olarak ifade ederken; tarım, işbölümü, sanat, zaman algısı, dil, yazı, sayı sistemi gibi sembolik kültürü ise insanlığın esiri olduğu çağdaş egemenlik sistemlerinin temel elemanları olarak ortaya koymuştur. Zerzan’a göre uygarlık tamamıyla reddedilmediği sürece insanların özgürleşmesi mümkün olmayacaktır. Zerzan, “Gelecekteki İlkel” kitabında uygarlık karşıtı bir duruş ile güncel evrensel sorunlara farklı bir bakış açısı kazandırmaya çalışmıştır.
 

Yazar, eserini üç bölüm halinde oluşturmuştur. Birinci bölüm: Gelecekteki İlkel, Zamanın Başlangıcı ve Sonu, Dil, Sayı, Tarım, Gerçeklik Sanata Karşı, Tonalite ve Totalite, Kitleselleşen Sıkıntı Psikolojisi ve Post Modernizm başlıklarından ve bu başlıklar altındaki denemelerden oluşmaktadır.
 

Kitabın ikinci bölümü ise hoşçuluk, teknoloji, kültür, iş bölümü, yapay zekâ, cemaat ve toplum ve yabanıl kavramlarına yönelik açıklamaları içeren bir kavram sözlüğü niteliğindedir ve Nihilistin Sözlüğü başlığını taşımaktadır.
 

Bir Devlet Düşmanı ile Röportaj başlığını taşıyan üçüncü bölümde çevreci bir aktivist olan Derrick Jensin’ın yazar ile yapmış olduğu röportaj yer almaktadır.
 

 Zerzan’a göre dil “düşüncenin sembolleştirilmesini” ifade etmektedir. Eserinde ideoloji ile paralel olan dilin, köleliğe dayalı bir toplum yaratılmasında etkin bir araç olduğunu ifade etmektedir. Yazara göre avcı toplayıcı kültürlerin yok oluşu ile herhangi bir dildeki sözcüklerin kaybolması arasında benzerlik bulunmaktadır. Çünkü bir dili öğrenmenin temeli; konuşmayı biçimlendirip, denetleyecek bir sistemin öğrenilmesidir ve bu durum “ideolojiktir”. Dilin yapısı, konuşma özgürlüğüne olanak tanımaz çünkü gramer içimizdeki görünmeyen hapishanenin görünmeyen düşünce denetleyicisidir. Yazarın eserinde belirttiği şekliyle dilin kendisi bir icattır.
 

Tarım, yabancılaşmanın cisimleşmesi anlamına gelmektedir. Bu haliyle tarım doğa ile kültür arasındaki bölünme kadar insanlar arasındaki bölünmeye de işaret etmektedir. Tarım denilen üretim biçimiyle birlikte bitkiler, hayvanlar ve insanlar işlenebilecek nesnelere dönüşmüşlerdir. Böylelikle bu üretim biçimi bir siyasi egemenlik alanı yaratmıştır.
 

Sanat da kullandığı sembolik iletişim açısından dile bezer bir yapı sergilemektedir. Toplumlarda dayanışma ihtiyacı törenlere olan ihtiyacı doğurmuştur ve bu törenler sanata dönüşmüştür. Buna törenlerin tek düze hale gelişi neden olmuştur. Bu açıdan bakıldığında, “sanat, özneyi bir sembole dönüştürme” yöntemidir. Yazara göre sanat dine ve ideolojiye benzer çünkü içerdiği elemanlar gerçek değildir.
 

Zerzan eserinde, “çağdaş teknoloji toplumlarını” yabancılaşma ve bunalım çölü olarak tanımlamaktadır. Birey kendini bir sorun olarak görmeye başladıkça toplumun sorunlarını reddetmeye başlamıştır ki bu durum bir toplumsal esarete dönüşüm biçimidir. Neticesinde yabancılaşma, umutsuzluk ve yalnızlık meşru görülmektedir. Hatta öyle ki çeşitli tedavi ve ilaçlar ile kişi iyileştirme veya sağaltma namı altında “değiştirilmeye” çalışılmaktadır. Zerzan ise kişinin değişmesini beklemek yerine “değişim gücümüzü gasp eden dünya değişime zorlanabilir mi?” sorusunu yöneltmektedir.
 

Yazara göre insanlar hiç böylesine güçsüz hale getirilip bu derece makinelere ve teknolojiye bağımlı hale gelmemiştir. Teknoloji -bu açıdan bakıldığında- insanla doğa arasındaki aracılar ve insanları birbirlerinden ayıran ayraçlar bütünüdür.
 

Eserde kültür “arzuyu gösteren bir makine” olarak tanımlanmıştır. Yazara göre kültür hangi yapıda olursa olsun bir bilinç hapishanesidir yani sembolik olanın baskıcılığıdır.
 

Yazara göre “yabanıl” olan, doğada özgürce dolaşan hayvanlar veya bitkiler gibi doğal yollarla var olan, evcilleşme halinden yeniden eski vahşi haline dönüşeni ifade etmektedir. Günümüzde ekonomik fakirlikten daha gerçekçi olan bir fakirleşme uygarlığı mecbur edilmiş bir ölüm bölgesi haline dönüştürmektedir. Bu durum yabancılaşma ve yabanıllaşma olarak ifade edilmiştir.
 

Yazara göre modern zamanların en büyük barbarlığı “iş bölümü” adı altında dayatılan köleliktir. İnsan grupları bu yapıya karşı mücadele etmek veya bu yapının dışında var olmak adına cemaatlere ihtiyaç duymaktadırlar. Bu durum bireyin, doğanın ve dayanışmanın yok oluşuna mal olsa da toplumlar doyuma ulaşmak arzusuyla her şeyi tüketmektedirler.
 

Zerzan’a göre sermaye tarafından üretilen ve her şeyi yok eden büyük makinenin özü; doğrudan uygarlığın kendisine, iş bölümü ve evcilleştirmeden doğan ilerleme arzusuna bağlıdır. İnsanoğlunun bunlardan hiçbirine ihtiyacı yoktur. Eserde insanın olup biteni görmemesi halinde dünyanın kaçınılmaz sonu ile karşı karşıya kalacağı belirtilmektedir. Zerzan’ın en büyük düşü “uygar insanlar arasında asla duyamayacağınız mideden gelen bir kahkahaya” sahip olunan döneme dönüş yapmaktır.
 

2) DEĞERLENDİRME

Zerzan “Gelecekteki İlkel”de, günümüzde gezegeni bir bütün olarak yok oluşun eşiğine getiren ölüm yolculuğuna dair bir öykü anlatmıştır. İnsan kendisini ve beraberindekileri yok etmek üzere şaşırtıcı bir yaratıcılık sergilemektedir. Bu yaratıcılığı teknoloji, evcilleştirme, zaman ve dil gibi kavramlar altında sürdürmektedir. İnsan, kendi yaşamını ve dünyayı cehenneme çeviren bir varlığa nasıl dönüştü? Zerzan sorar: Herhalde şu sıralar şafak öncesi karanlıktayız. Belki de en büyük umudumuz, bu mutsuzluğun fark edilmesidir (Zerzan, 2000: 7).

Yazar, eserinde günümüz insanının yüzleşmek zorunda kaldığı yabancılaşmanın kökenini, avcı-toplayıcı yaşam tarzının sona ermesinden sonra ortaya çıkan tarımla birlikte başlayan uygarlığa dayandırmaktadır. Bu tezini savunmak için antropoloji ve arkeoloji alanlarında gerçekleşen dönüşümlerden hareket etmektedir. Zerzan’a göre, evcilleştirme, tarım ve uygarlık öncesi yaşam, aslında doğayla özdeşleşmenin, duygusal bilgeliğin, cinsel eşitliğin ve sağlığın hüküm sürdüğü bir dönemdi. Bu yaşam biçimi rahipler, krallar ve patronlar tarafından kölelik düzenine dönüştürülmeden önce neredeyse iki buçuk milyon yıl süren sürdürülebilir ve özgür bir yaşamdı. Eserde paleolitik dönemde, yani günümüzden on bin yıl önce atılan uygarlık tohumları hızla büyüyerek bir sarmaşığın kolları gibi özgür yaşamı yok etmeye, sırasıyla doğayı ve insanı egemenliği altına almaya başlamıştır.

Zerzan’ın postmodernizme karşı şiddetle karşı çıkmaktadır çünkü postmodernizm doğayı hatta bireyi unutmamız gerektiğini söylemektedir (Kubilay, 2005: 47). Bu durum hayatın dinamosunu oluşturan kültür yumağı içinde insanın etkin konumunu, dil gücünü ve katalizörlüğünü göz ardı etmektir. Gelinen konum insanı oyunun dışına itmek ve uygarlığın dayattığı bakış açısıyla olaylara bakmak haline dönüşmüştür.

Zerzan’ın Mimarist Dergisinde (2005) yayınlanan röportajında ifade ettiği şekliyle:

“Uygarlık dışı mimarlık, anıtsallığın tam tersinedir. Bu mimarlık, bireye ve doğaya hükmedecek yapılar kurma gereksinimi duymadı. Eğer uygarlık öncesi hayat iddia edildiği gibi vahşi olsaydı, uygarlık anlayışının dile getirdiği doğa karşısında savunma gereksinimi duyulurdu. Mimarlığa gereksinim duyulmamasının, doğayla uyumun sonucu olduğunu düşünüyorum.”

yer bulan fikirleri insanın uygarlığın gelişimi ile doğayı bir tehdit olarak görmeye başladığını ve böylece kaleler, saraylar inşa ettiklerini düşündüren bir bakış açısı yaratmaktadır. Bu bakış açısına tarafsız kalmak güçtür ancak güçlü bir ivmeye sahip bu gücün önüne geçmek de kolay değildir.  

Ancak öncelikle yapılması gereken insanlığa dayatılan bu semboller dünyasında farkındalık yaratmaktır. Teknolojinin esiri olmak yerine, insan zekâsını ve teknolojiyi kullanarak doğaya uyum sağlama gücünü kazanmaktır. İşte bu gücü kazanma yolunda bu eser uygarlığın dayattığı basmakalıp sembollere dikkat çeken, uyandıran ve düşündüren bir kaynaktır. 

Kaynakça

John Zerzan. 2000 Gelecekteki İlkel, Çev. Cemal Atila Basım, Kaos Yayınları, İstanbul

Önal, Kubilay. 2005 “Birbirimizle ve Dünyayla İlişki Kurmanın Yeni Yollarını Bulmamız Gerek”, Mimar.İst Dergisi, Yıl:5, Sayı: 18, TMMOB Mimarlar Odası İst. Büyükken Şubesi

http://www.johnzerzan.net/articles/why-primitivism.html (29.04.2011)


Geri Dön ----- Mesaj Gönder