Edirne yolunda, Çorlu çıkışında 2 tane baca gibi dev bina var. Bu binalar belli ki enerjimizin bir kısmını üretiyorlar. Yemyeşil çimenlerin üzerinde pek de bir güzel görünüyorlar hani. Ama her gördüğümde benim içimi ürpertiyorlar.

Hep kafamda bir görüntü canlanıyor, insanlığın 1000 yıl sonrasına dair bir görüntü bu. Bu binalar kısmen yıkılmışlar ama hala ayaktalar, etrafta yine aynı çimenler ve hatta eski otobanın kalıntıları bile görünüyor dikkatli bakınca. Ama tuhaf bir ıssızlık var. Zira ne bir insan var etrafta, ne bir araba, ne bir hayvan. Yani olması gerektiği gibi, daha doğrusu olmaması gerektiği halde, insanlık yok olmuş.

Kaynaklar sınırlı, talepler sınırsız. Sahip olunacaklar sınırlı, hırslar sınırsız. Yoz bir dünya ve yoz insanların sayısı önlenemez bir şekilde artıyor. İnsanları ne derece standartlaştırırsan o denli kolay yönetirsin çünkü. Çocuklar masum değil, çocuklar yarış atları, koşturuluyor ne olacağı belirsiz bir geleceğe, tatminsizliğe, mutsuzluğa. Mutsuz insanlar mutsuz, köle insanlar köle, yoz insanlar yoz çocuklar üretip duruyorlar. Öte yandan bilim ilerliyor, hastalıklar tedavi ediliyor, insan ömrü uzuyor. Yine öte yandan dünya nüfusu artmaya devam ediyor, doğal kaynaklar tükenirken. Peki nereye kadar?

Bir büyük savaş çıkacak önce (her bilim-kurgucunun basitçe öngördüğü gibi) ama son dünya savası gibi 40 50 milyon ölü yetmeyecek bu savaşı doyurmaya. Milyarları yutacak ve ancak bir orman yangını gibi kendi kendine bitecek. Sonra güç odakları ve tiranlıklar oluşacak, hazırlanmış boş beyinli kitleleri yönetmek için. Ama duygular yok olacak. Ve birden duygular olmadan insanların olmasına da gerek olmadığı farkedilecek. Özgür düşünen insanlara ihtiyaç olmayacak ve hatta bunlar tehlikeli olacak, yok edilecek. Gittiğimiz yer böyle bence.

Anadolu'nun iyi niyetli ve medeni uygarlıkları, kuzeyin kabile uygarlıkları (hani şu Romalı kasapların Barbar dedikleri), Afrika'nın insana ve doğaya yakın kabile uygarlıkları, büyük Mısır uygarlığı, hepsi ama hepsi yok oldu, daha da yok olacaklar.

Ama bunlar belki çok uzun vadeli şeyler, ben daha yakına bakıyorum. Kısa bir ömür var önümüzde zira ne kadar olduğunu bilmiyoruz. Ancak insanlar sanki sonsuzmuşcasına kandırılıyorlar. Emeklilik ilanlarını, yatırım önerilerini duydukça sinirleniyorum. Nasıl da peşinden koşuyorlar böyle şeylerin diyorum. Sonra da kısaca diyorum ki bana ne...

Yarın yok ki. Sevgileri yozlaştırmadan, özbenliğini yozlaştırmadan, dostluklarını yozlaştırmadan, beğenilerini yozlaştırmadan bugünün tadını çıkartmak lazım. Hiçbirşey önemli değil. Benim intihar eden arkadaşlarım oldu, basit bir kan pıhtısının beyine gitmesi yüzünden ölen arkadaşlarım oldu. Onlar gittikten sonra ben bir sürü kötü şey yaşadım, ama bir sürü de güzel şey yaşadım, ne olursa olsun mutlu oldum. Yaşadığımız günlerin güzel yaşanabilecek son günler ya da son yıllar olduğunun farkına varmak lazım. Ve ne olursa olsun ziyan etmemek lazım.

Çocuk yapacaklar da benim yukarıda söylediklerimi söylüyorlar "kötü şeyler de yaşasa da bir kez bile mutlu olsa doğurmaya değer". Hadi oradan beyni yıkanmış embesiller. Bu dünyaya getireceğin çocuğu sen ne kadar güzel yetiştirirsen yetiştir, onu aslında etrafındaki arkadaşları yetiştirecek. Etrafına baktığında bir tuhaflık görmüyorsan ve gördüklerini "o kadar da kötü değil yahu bu insanlar" diye değerlendiriyorsan, git ne halt yersen ye. Zaten sen de o beyni boşlardansındır ve türün devamı içgüdüsüne entellektüel kılıf geçirmekten başka bir halt etmiyorsun. Git üret kendi mevyanı ve sonra yarış atı gibi koşturmaya, kendine tatmin etmeye başla.

Dostlarımdan ve sevme olasılığım olanlardan başka hiçbiriniz zerre kadar umurumda değilsiniz aslında, sadece bu şekilde yaşanılmasına tahammül edemiyorum o kadar. Bir daha bu konuda birşeyler yazar mıyım (muhtemelen yazarım) bilemiyorum ama artık yazmaktan sıkıldım.

Hayatı yaşa, yarın yok ki...


Geri Dön ----- Mesaj Gönder