Ve sahne... (1)
Hep zor olan başlamak derler. Belki doğru, belki yanlış. Ama devam etmek, devam etmeyi istemeyi sürdürmek de o kadar zor ki.
Sorularla başlamıştım, sorulara takılmıştım. Şimdi cevapları merak ediyorum.
-Kim önce insan oldu? Erkek mi, kadın mı?
-Cinsler arasında uyum ne demektir? Kadın ve erkeğin uyum içinde
yaşaması mümkün müdür?
-Mutluluk gerçekten elde edilebilir mi? Yoksa mutluluk elde edilse bile asla
farkına varılamayan mıdır?
-Varetmek için gerçekten yok etmek gerekli midir? Var eden veya yokeden ne
hisseder?
-Aynı sosyo-ekonomik koşullarda yetişmiş ve yaşayan bir erkekle bir kadın
aynı çiçeğe baktığında, aynı şeyleri mi hisseder?
-Kadın masumiyetini nasıl kaybetti? Kadın hiç masum oldu mu?
-Eğer kadın ve erkek toplum yargıları farklı olsa daha mı mutlu
olurlar? Peki bu toplumsal yargıyı yaratanlar neden kendilerine mutsuzluğa
mahkum ediyorlar?
-Beğenilmek arzusu sadece türün devamı için mi vardır?
-"Seni seviyorum" derken gerçekte ne hissediyoruz? Aşk gerçekten
var mıdır?
--------------------O----------------------
Kim önce insan oldu?
Mekan yarı karanlık, mağaraya benzer bir basit bir dekordan oluşuyor. Üzerlerine deri parçaları örtmüş, biri kadın biri erkek 2 dansçı var. Tüm kabile ile birlikte avladıkları hayvan büyük bir iştahla yenmiş, karınlar doymuştur. Erkek kadını kolundan ve bazen de saçından sürükleyerek mağaranın karanlık ve kuytu bir yerine götürüyor.
Vahşi ve kadını oldukça hırpalayan bir mücadele sonunda erkek kadını etkisiz hale getirip çiftleşmeye başlıyor. Kadın bitkin ve çaresiz. Boyun eğiyor. Bir yandan canı yanıyor, bir yandan doğanın kendisine emrettiği döllenme arzusu zevk alıyordu. Ama erkek onun ne hissettiği ile ilgilenmiyor, sadece homurtular çıkararak boşalacağı an için uğraşıyordu.
Sonunda erkeğin işi bitmiş ve kadını iterek yanından uzaklaştırmış ve uykuya dalmıştı. Kadın ise tarif edemediği bir rahatsızlık duyuyordu. Bu davranış tarzı, bu şekilde davranılmak onu derinden yaralıyordu. Yorgundu ancak bir türlü uyuyamıyordu.
Sonra ağlamaya başladı ama ilk defa olarak can acısından değildi bu ağlama. Kadın onurunu keşfetmişti. Doğurabilen, üretebilen oydu. Mağara duvarlarına çizilen tanrışa figürü de oydu, ama itilip kakılan, bir parça yiyecek için onu getiren erkeklerin isteklerine göre davranmak zorunda kalan da oydu.
Hıçkırarak ağlıyordu. Nasıl ki yeni doğan bebek hıçkırıklarla ağlar ve ciğerlerini ilk kez olarak dolduran hava ile tanışırsa o da bir doğum anı yaşıyordu. İnsan olmaya doğuyordu. Siftah olarak insanlık başlıyordu, kadının gözyaşlarında.
Önce kadın insan oldu...
Geri Dön ----- Mesaj Gönder