Ölmeden veya bir adada mahsur kalmadan etrafımızda görmekten kurtulamayacağımız 3 büyük hastalık. Aslında bunlar insancıllığı yok eden 3 büyük hastalık: Sabit fikir, hırs ve nefret.
Maalesef şu ana kadar bilinen bir tedavi bulunamadı. Zira bulunan tedaviler birini iyileştirirken diğerini düzeltemediği icin salgın artarak devam etti ve sonunda tüm insanlığa bulaştı. Kimine biri, kimine ikisi, kimine hepsi birden. Ayrıca kimine az, kimine çok, kiminin tüm kişiğilini kaplayacak şekilde.
Sabit fikir
Belirtileri: Herşeyin en iyisini, herkes icin bildiğine inanmak. Tartışmalarda yeralmayı sevmek ama sonunda hep bağıran taraf olmak. Bilim %100 bile kanıtlamış olsa bu verilerin aksine inanmak ama her zaman bilime sığınmak. Herhangibir inanç, ideoloji ve fikir sistemine gönülden bağlandıktan sonra diğer tüm sistemlerin inançlarına karşı çıkmak. Kısa belleğinde bazı karşı fikirlerin doğruluğunu hafifçe kabul etse bile ertesi sabah uyandığında kurtarıcı silici uzun belleği ile herşeyi eskisi gibi kabul etmek.
Uygulanacak tedavi: Bilinen bir tedavisi yok ancak kendisi ile tartışmamak, aynı mekanlarda bulunmamak ve sizinle etkileşime girebileceği yerlerden, kaçınmak sizin de hastalanmamanız için gereklidir.
Yan etkileri: Nefret ve aşırı hırs.
Hırs
Nefret
Maalesef bu üç korkunç hastalığa çare yok. Sevgi bir çözüm olur diyordum ama bu kadar hastayı iyi edebilecek miktarda sevgi üretecek bir medeniyet yaratamadı maalesef insan ırkı. Sevgiler, etraftaki hırslı, sabit fikirli, nefret dolu insanlardan korunmaya çalışırken yokolup gidiyor daha yeşeremeden.
İnsanlar sadece ürüyorlar, yani hayvanlık aşamasının üstüne geçemiyorlar. İnsancıllık bir ara söyle görünüp kayboldu medeniyetler tarihinde, göründüğü zamanlar ise iletişimin az olduğu ve insancıl fikirlerin yeşerebileceği kadar savaşsız geçen zamanlardı. Ama hepsi bir daha geri gelmeyecek kadar acıklı bir şekilde yok oldu.
Hala güneşin doğuşunu seyretmek güzel, hala kuş sesleri ve mavi gökyüzünü seyretmek de öyle. Ama bunlar da bize o ikibin yıl önceki füsyologların, filozofların, dervişlerin mirası. Yoksa bunlar da bize birşey ifade etmeyecekti.
Eh bu söylem peki kendi ile çelişmiyor mu? Yani madem ikibin yıl önce birileri bize bu güzelliklerin coşkusunu öğretti diye bir mutluluktan bir tutam bal yalıyoruz, biz de mutluluğa bir hizmet yapamaz mıyız? Bu kadar umutsuz bir tablo çizerken çıkış olabilir mi? Yine ütopyalara mı sığınacağız?
Bilemem; benim bulduğum tek çözüm topluma teğet geçerken kendi dostlarımın sevgisi ile ayakta kalabilmek, kendi sevgimle de onların ayakta kalmalarına yardımcı olmak. Siz de öyle yapın. Sonuçta ölümle herşey bitecek ve bugünden bir tutam da olsa tat alabilmemiz lazım. Yaşama imkanına kavuşmak bir şans.
Yarın yok ki...
Geri Dön ----- Mesaj Gönder