Herşeyin kaynağı nedir
Bilemem
Herşeyin başladığı ne zamandır
Bilemem
Herşeyi başlatan sebep nedir
Bilemem
Bilemezsen ne yaparsın
İlgilenmem
Bilemezlerse ne yaparlar
Açıklamalar üretirler
Bilinebilir mi peki
Belki evet, belki hayır
Kimin umurunda
İnsanlığın tarihi aslında yazı ile başlamadı, insanlığın tarihi tarımı keşfetmesiyle de başlamadı. İnsanlığın tarihi ilk mezarı yaptıkları gün başladı.
İnsan ölümlü olduğunu keşfetti ve bu keşif ile, bu keşfin toplum içinde yaratacağı infiali
de keşfetti. Ve ilk mezarı yaptı. Yani kaosu önlemenin yolu olarak ölümden sonraki hayatı ve saygınlığı icat etti o dönemdeki akıllı yöneticiler.
Tüm toplumlarda aynı anda mı başladı, yoksa birbirlerinden görüp mü başladılar, bilmiyorum. Ancak bu keşfin tüm dinlerin, felsefelerin, kuralların, heykellerin, sanatların kökeni olduğunu biliyorum.
Yani insan bir hayvana göre fazladan sahip olduğu (ama rastlantısal ama genetik bir hata sonucu) birkaç kromozon yüzünden normalin ötesinde bir zekaya sahip oldu, ama yine de hayvandı elbette. Fakat artık zekası onu rahat bırakmıyordu.
Fakat öte yandan bu zeka ilk başlarda çok işe de yarıyordu. Ürettiği aletlerle kendisinden kat be kat büyük hayvanları avlıyor, çok az çalışıp çok fazla keyfine bakacak zaman buluyordu. Tek yaptığı göç eden hayvanların göç yollarında takılmak veya arslan sürüleri gibi onlarla birlikte göç yolculuğunu sürdürmekti.
Neyse, sonra iklim değişti mecburen çok daha fazla çalışıp çok daha az yiyecek ürettiği yerleşik düzene geçmeye başladı, başladı ama beraberinde bir sürü sorun da başladı. Zira eskiden geziciyken biri öldüğü zaman arkada bırakıp işierine devam ediyorlardı. Ölünün bir kutsallığı yoktu. Ama yerleşik düzene geçince farkettiler ki "İNSANOĞLU ÖLÜMLÜ VE SONUNDA BİRGÜN HEPSİ ÖLECEK".
Ve işte yerleşik düzendeki bir toplum için bunlar çok tehlikeliydi.
Tehlikeliydi zira; öleceğini bilen bir insanın içindeki vahşi hayvanı durdurabilecek hiçbir şey olamazdı.
Onu vahşetten ve kötülükten kim, nasıl uzak tutabilirdi. Peki bu şekilde bir vahşet olursa yerleşik düzende tarım yapması gereken insanlar bir arada tüm toplumu doyurabilecek yiyeceği üretebilirler miydi? Toplum örgütlü bir hale gelip değişen ilklim ve dünya koşullarına uyum sağlayacak yapıya gelebilir miydi? Elbette hayır.
Kaynaklar kısıtlıydı ve kaos olur, verimli kullanılmazlarsa tüm insanlık yok
olurdu.
İlk önce ilkel kadının (üreme doğal güdüsü) sahiplenilmesi veya kıt olduğu zamanlarda yiyeceğin sahiplenilmesi dışında
da mülkiyet sahiplenmesi motifleri yaratıldı. Sonra veya eş zamanlı olarak ölüm motifinin kutsallastırılmasına başlanıldı. Kaosun önlenmesi bu kadar kolay değildi elbette, toplumda yavaş yavaş görev paylaşımları ortaya çıkmaya başladı. Elbette çapulcular, vahşi saldırganlar ve anarşiştler de doğmaya çoktan başlamıştı. Sınır, alan, bölge kavramları kesinleşmeye başladı.
Elbette ilk dinler, ilk şamanlar, ilk egemen yöneticiler de yavaş yavaş toplum ve toplumlar içinde belirmeye başlamışlardı. Kaosu önlemenin yolu öleceğini bilen kitleleri ölümün olmadığına inandırmaktı. Toplumun varolması içinse çalışmaya, hırsla çalışmaya ve üretmeye ikna etmek için de mülkiyet kavramının önemine inandırmak gerekiyordu.
Elbette ilk aşamalarda kollektif mülkiyet daha yaygındı, zira toprak bölünmeden
verim üretebiliyordu ve bölünmemesi için toplumun tamamına ait kabul edilmişti
yetmemiş, ölülere ait ilan edilip daha da perçinlenmişti bu durum..
Velhasıl uzun uzun anlatmayayım binlerce yıl içinde daha sistemli, daha tutarlı, daha kurumsal felsefeler, yapılar oluşturuldu. İnsana ödül olabilmesi için birçok yasaklar (günahlar) üretildi. Sahip olma motivasyonunun sürmesi için savaşlar, catışmalar üretildi. Uzlaşmazlık ve kavgaların sürmesi için uzlaşmaz fikir ayrılıkları üretildi ve bunların savunucuları, yöneticileri olarak uzlaşmaz ve aşırı hırs ve yönetim erki ile motive insanlar oluşturuldu.
Yani büyük bir plan yapılmadı aslında. Çok büyük bir enerjiden oluşmuş olabilecek madde gibi tamamen etki-tepki şeklinde çalışacak bir suni kaos sistemi üretildi. Ama temelde başa çıkılmak istenen tek sorun insanın sahip olduğu "ölümlü olma bilgisi"ni yanıltmak idi.
Evet bu aslında gerçekten insan toplumlarının varolabilmesi için gerekliydi. Zira salt fiziki güce, dövüş becerisine ve cesarete sahip bireyler eğer yeterince zeki de değillerse toplumun kıt kaynaklara düşmüş olan dünyada yaşayabilmesi mümkün olmayacaktı. Eh cesur ve güçlü olanlar da aynı durumda çiftçilerin ürettikleri olmadan hayatta kalamayacaklarından bir dengenin oluşmaması halinde toplayıcı olarak hayatta kalamayacaklardı. Dengeyi oluşturmak şarttı.
Bu durum, günümüze kadar geldi ancak aslında durum oldukça değişmeye başladı zira artık aslında eski usul motivasyonlar devam ediyor (sahip olma, yönetme, üstün kişi olma vbg) ancak aslında dünya kaynakları o kadar kıt değil. Teknoloji aslında mevcut kaynaklarımızla tüm dünyada belli bir standardı sağlayacak düzeyde. Ancak yine bir sorun var. Bu şekilde bir paylaşım modeline motif oluşturması için insanların bu sisteme inanması ve zorunlu olarak itilmesi gerekir.
Yani insanların o özgür beden oldukları ilk avcı dönemden sonra, insanlık gelişiminde özgür kalp oldukları son 2000-3000 yıllık dönemden sonra artık tamamen tabi olacakları çok daha mükemmelleştirilmiş ve çok daha kesin hatlarla belirlenmiş bir toplum düzeninin oluşması gerekiyor.
Denemeler yapılıyor büyük ölçekli dünya savaşları, dünya kaynaklarının suni ve aşırı olarak tüketilmesi, aşırı yüksek yoketme kapasitesine sahip silah sistemleri ve benzerleri ile. Ama temel hedef tüm dünya üzerindeki insan topluluklarını tek bir elden yönetmek ve genetik özellikleri de dahil herşeyleri ile nasıl varolacaklarını tayin etmek. Şimdiki motivasyon da bu işte. Aldous Huxley de sanıyorum "Cesur Yeni Dünya"yı yazarken aslında bu durumu kasdetmişti.
"Peki usta, bunları anlatıyorsun da önerin ve çözümün nedir"
Öncelikle bir çözüm yok, "bu" olacak. İnsanın ölüm farkındalığına ilaç oluşturabilecek sistemlere karşı koyacak bir çözüm yok,
"bu" olacak.
Ne önerdiğime gelince; aslında tek önerim tüm öğretileri bir kenara bırakıp sadece kendi vicdanımıza göre daha iyi insanlar olarak kendimizi geliştirmek, toplumsal durumu da gözardı etmeden ölmeyecek ve muhtaç olmayacak şekilde kurallara uyup kazanımlarımızı yapmak.
Onun ötesinde mutluluk için ne ihtiyaç duyuyorsak (inanç, sevgi, zevk, şehvet, yemek, sağlık, mistisizm, dans, güzel sanatlar) onunla daha coşkulu daha fazla keyif alacak, huzur bulacak şekilde
bunlarla içiçe olmak. Hiçbirşeye çok fazla bağlanmamak ama her mutluluk-vericiye de bir şekilde ilgi göstermek.
Özetle, elbette öldüğümüz zaman mevcut maddemizden geri kalanlar yine karmaşık olasılıklarla başka maddelere ve belki de bir zihin hücresini oluşturacak bir proteine dönüşebilir.
Ama öldüğümüz zaman gübre dışında birşey olamayacağımızı, bizi oluşturan enerji içinde artık mevcut benliğimizle varolmayacağızı varsayarsak, o zaman bu
anki benliğimizle olabildiğimiz kadar mutlu olmak için elimizden geleni
yapmalıyız gerçeği ile karşı karşıya kalırız.
İyi bir insan olarak, başkalarının haklarına saygılı olarak ama kendi haklarımızı da çok fazla gaspettirmeden. Maddeye ve tüketime bağımlı olmadan, güdülendiğimiz motiflerden elimizden geldiğince kurtularak, daha fazla insan olarak ve hatta belki daha fazla ilkel olarak, kısmen, bugünkü Budizmlerle alakası olmasa da Budizm'i kuran Sidartha'nın dediği gibi "orta yolu" bularak.
Merhamet, şevkat, sevgi, sağlık, sevişmek (seks değil sadece), sanattan haz almak, yemekten haz almak, meditasyon, ibadet, özgür bir zihin olabilir, bu kısıtlı ömrümüzde mutlu olarak bir hayat yaşamayı seçmek için gerekenler. Öte yandan mutsuzluk da bir şeçim olabilir (veya istem dışı zorunlu bir olasılık olabilir mutsuzluk, genelde olduğu gibi)
Yarın yok ki...
Geri Dön ----- Mesaj Gönder