Merhaba, Merhaba,
Siz, siz olun 24-25 nisan'da Gelibolu'ya gitmeyin. Ya da giderseniz de çok fazla birşey beklemeyin. En azından sekanet ve huzur adına.
24 nisan saat 03:00 gibi Gelibolu'ya vardım. İskelenin orada 24 saat açık bir restaurantta çorba içtim ve sonra ver elini tarihi yarımada.
Doğrusu ilk girişte oldukça şaşırdım zira yolda bir jandarma birliği beni durdurdu ve tören yerine gittiğimi söyleyince kibarca yol tarif edip uğurladı. Karanlıkta tam olarak nereye gitmekte olduğumu ancak Küçük Anafartalar Köyü'ne geldiğimde anlamaya başladım. Bir süre daha gittikten sonra ciddi bir şok yaşadım. Önümde bir konvoy halinde araçlar duruyordu ve sürekli de gelmeye devam ediyorlardı, saat gecenin 04'ü olmuştu neredeyse.
Önce ben de parkedip yürüyeyim dedim, sonra bu konvoyun ne kadar uzun olduğunu sormak geldi aklıma, cevap şaşırtıcıydı "4 Km". Evet 4 degil belki ama yaklaşık 2-2.5 kilometrelik bir parketmiş araçlar konvoyu tüm yolu kapatmıştı. Neyse ki bizim düldül minik de şarampolden filan taa Anzac Koyu'na kadar sokuldum, hatta yine ufak boyutlardan istifade, Jandarma araçların arkasına (yani en güvenli yere) park da ettim.
İnanılmaz bir kalabalık vardı (ki bu sene geçen senelere göre katılımın en az olduğu seneymiş). Çok şaşırdım. Türkler, Avustralyalılar, Yeni Zellandalılar. Bir bando tören anıtının orada müzik çalıyor ve bir kadın sesi ilahi ile marş arasında bir şarkı söylüyordu.
Aşağıda, bir önceki Gelibolu ziyaretinden kalan (bu sefer giderken fotoğraf makinası bulamadım maalesef) fotoğraflar var. İşte bu mekanların tamamı insan doluydu.
Velhasıl biraz ortalıkta dolandıktan sonra iyice bastıran uykunun etkisiyle, düldül'ü yatak odasına çevirdim. Son derece rahattı doğrusu. Bir de üzerime örtecek bir battaniye getirmiş olsaydım, donmadan nefis bir uyku çekerdim. Ama 1, 1.5 saat sonra, hava da aydınlanmıştı, takırdayarak uyandım.
Avustralyalı'lar maalesef binlerce kilometreden ataların ziyarete gelmekle beraber bu topraklara ve şehitlerine pek de saygılı değildirler. Yani ben neredeyse patlayacak gibiydim ama adamlar çok rahatlıkla, çıkartmanın en kanlı alanlarında, şehitlerinin üstüne işemekten hiç rahatsızlık duymuyordular(üstelik de ta memleketlerinden seyyar tuvaletler getirtilmişken) .
Daha enteresan bir bilgiyi de yoldan geçerken aldığım 2 otostopçu Avustralyalı kızdan aldım ve "bu adamlara (Anzac'lara) müstahak" dedim. Kızlardan birisi ve kocası İngiltere'de yaşıyormuş. Kocası bilgisayar programcısıymış ve uzun süredir işsizmiş zira İngilizler adama çalışma iznini daha çok yeni vermişler (onu da sadece 5 yıllığına). Kız ise daha çalışma izni almamış, o da öğretmenmiş.
Bu adamlar hem İngilizler için çarpışıp ölmüşlerdi hem de şimdi bu konumdaydılar. Yazık oralardan gelip, buralarda toprak olan binlerce gencecik adama.
Neyse ortalıkda doşlaşmaya devam ettim. Seddül Bahir yine muhteşemdi. (Yine önceki geziden kalan fotoğrafları kullanacağım).
Sonra Conkbayırı'ndaki diğer törenleri izlemeye gittim ki aynı kabus trafik orada da vardı. Yine şarampoller filan derken Conkbayırı'na vardım. Kemal Yeri'nde arkadaşlara mektup bile yazdım ama kalabalık ve oraya getirilen Türk İzci Gruplarına ait öğrencilerin yoz şamataları, tören alanın da çaktırmadan sigara içen saygı nöbetçisi askerlerin tutumları, beni çok soğuttu. Ve bir daha, bu kadar kalabalık vesilelerde Gelibolu'da olmamaya karar vererek dönüş yoluna düştüm.
Çok yorgun olduğumu ise Tekirdağ'a yaklaştığımda farkettim ve bir park yerine çekerek 1 saat kadar uyudum. 19-20:00 gibi de evde olmayı başardım. Yani yaklaşık olarak 20 saat kadar arabanın içinde bir garip evcilik oyunu gibi olmuştu bu gezi.
Sonuç olarak keyifli bir 20 saatti, olmayan yarınlardan çalınmış ve şimdi dün olmuş
İnsan yaşadığı hayatta Gelibolu'yu mutlaka bir kez görmeli...
Geri Dön ----- Mesaj Gönder