Serin hava hem ürpertti hem de biraz kendime getirdi
beni. Hırkamı giyip banyoya koştum ve sabah refreshment’i sağladım. Artık
üşümem geçmişti.
Yoga zamanı ve güneşimizi selamladım tüm kalbimle. Sanki demin yataktaki
tembel değildim.
Bakıcısı olduğum deniz feneri otomatik olarak durdu. Zaman gelmişti,
dinlenmesi için.
Çantamı alıp Umit Burnu’nun bana ait bölümlerini dolaşayım dedim -her
sabah yaptığım gibi-.
Foklar telaşlı telaşlı geçiyorlardı yanımdan. Sanki bir yere yetişecek
gibi bir halleri vardı çoğunun. Nereden geldiğini tam olarak anlamadığım
bir sürü güzel kedi dolaşıyordu ortalıkta, çok sevinmiştim kedileri gördüğüme.
Sonra foklardan birinin sesiyle irkildim “Önüne baksana lan, İstanbul burası,
dağda bayırda mı yürüyorsun, ezileceksin?” Sıçrayarak kendime geldiğimde
ne Ümit Burnu kalmıştı, ne deniz fenerim. Üstelik az daha bir taksinin altında
kalıp eziliyordum.
Bildiğin Kadıköy’deydim yahu.
Artık akşam uykuya “Umit Burnu’nda bir ıssız deniz fenerinde fenerci
olma” hayaliyle dalmadan önce ne içtiysem…
Geri Dön ----- Mesaj Gönder