Sorgulayan insanların olmasının çok değerli olduğunu düşünerek büyüdük hepimiz. Ama belli zaman sonra da dogmalara mahkum edildiğimizi farketti bazılarımız.

Sorgulayan insan olmanın aslında özgür zihinlerin harcı olduğunu, fakat özgür zihinlerin de o kadar kolay bulunmadığını ise çok azımız farketti.

Bazılarımız ise en sorunsuz ve kolay yolu seçti “aidiyet” neye, kime, hangi gruba, hangi inanca ait olduğunun hiç önemi olmadan, sadece aidiyete.

Ama aidiyetin bir yan etkisi oldu hep sıkışmış zihinlerde “empati yoksunluğu”. Aslında buna bir yoksunluk diyebilir miyim çok da emin değilim. Zira yoksunluk bir ihtiyaç duyup bulamama halidir, çoğumuz bu eksikliği hissedemedi bile belki de.

Neyse bir insan kendini “tanımlayabiliyorsa” aslında bir aidiyet isteğinde ve empatisizlik denizinde yüzüyordur gibi geldi bana hep.

Toplumun her segmenti ile ise teğet geçme düzeyinde ilişkilerimizin olması belki de en sağlıklısı belki de. Zira diğer seçenek kendimizden başka her insan ve/veya insan grubundan nefret etmek.

Yani bir insanın hangi toplumda nasıl davranacağını araştıran bir sosyolog, ya da bir insanın hangi durumda nasıl duygusal tepki vereceğini araştıran bir psikolog empatiye sözlük anlamı kazandırırken çok segmentle kurulan empatik ilişkiler kendi içimizde duygusal anlam kazandırabilir belki bilimsel empatiye.

Ben zihinlerimizin bu kadar çok değişkeni işleyemeyecek kadar yetersiz olduğunu düşünüyorum. Zaten bu kadar çok değişkeni anlamaya çalışmaya da gerek yok ayrıca. Felsefe, kişisel gelişim, metafizik, hatta fizik, matematik bu kadar da gerekli değil gibime geliyor.

İnsanları çelişkiler içinde bırakıyor çünkü. Güzellikler istediğini söyleyen bir insan belli bir grup dışındaki insanları anlayamayıp onlardan bilinçaltı seviyesinde korktuğu için tepki oluşturuyor. Sonuç; güzellikler uçup gidiyor.

Hayatı anlamlandırmaya çalışan birisi dogmalardan kurtulayım derken kendi dogmalarını yaratıp onlara hapsoluyor, sorgulayayım derken hayatı kurguluyor ve sonunda kendi bile itiraf etmekten korktuğu şehveti ve dizginlenemez arzuları yüzünde mutsuz oluyor.

Egonun en iyi ilacı empati. Ama bunu da hayat tarzı haline getirip başka aidiyetler yaratmamak lazım. Misal “hocam ben herkesle konuşurum, zira onların hayatları ile empati kurmak isterim” tarzı saçmalıklar sadece “herkesle konuşan insan” segmentine aidiyet arzusundan başka birşey olmaz gibime geliyor.

Önemli olan entellektüel bağlamda değil duygusal bağlamda empati kurabilmek bence. Misal kendimden örnekle; ben arabesk dinlemem, o müzik bana olumsuz duygular dışında birşey vermez, ama arabesk dinleyerek kafayı tütsüleyen tanıdıklarım var ve onlarla, o müziğin ürettiği duygular bağlamında duygusal alışverişte bulunabilirim. Zira o aslında aşkının karşılığı olarak o müzikle harekete geçen bir duygusal yapıya sahiptir bence.

Toplumdaki insanları; şunlar bunlar, şu-istler bu-istler, şu-cular bu-cular diye ayırmak o kadar kolay ki bu insanlardan ötürü öfke ve nefretler üretmek de çok basit. Hepsini aptallıkla, yobazlıkla, uçuklukla, düşük ahlaklılıkla, cahillikle, entellikle, etnisiteyle suçlamak da çok basit.

Ama aslında o kadar basit mi? Zira bence basit olan aslında güzeldir, insanı sonunda daha özgür yapar. Ama aidiyete girmekteki basitlik aslında aidiyetteki mutsuzluk sonrası ondan çıkmaktaki zorlukla kıyaslandığında hiç de öyle değildir. Sigaraya başlamak ve sonra bırakmak gibi yani.

Kişisel gelişimini sahte mutluluk oyunları, ulvi düşünce araştırmaları, felsefi zamazingolarla boğuşmak yerine sevgiye ve sanata bırakmak aslında ne kadar basit ve güzel bir yol. Bırak kansere de çare bulunmasın be insanoğlu insan.

Topluma teğet geçmeyi de öğrenirsek, aslında bağımsız yaşama şansı olmayan biz bağımlıların toplumun üretimlerinden de (elektrik, su, yemek, say sayabildiğince) fazla bir özgürlük bedeli ödemeden faydalanmamız mümkün.

Ödediğimiz bedeli hafifletmeninse en güzel ve insancıl yolu empati.

Tabi kendimizi eleştirdiğimiz insanların yerine koyup bin kere “ben olsam yapmazdım” derseniz bu empati olmaz ama. O insanların ruhsal açlıklarını, ihtiyaçlarını anlayıp, yaptıkları ne kadar amaçsız hatta kötü olursa olsun onlar için üzülmeyi başarabilmek ise çok büyük bir başarı olacaktır.

Haaa tamam onlar için üzülürüz ama onlardan kendimizi korumak için de faydalıdır bu bilgiler öte yandan.

Toplum bence hem kıyısında olmamız, hem faydalanmamız, hem de fazla ilgilenmememiz, kendi haline bırakmamız, hem de kendisinden kendimizi korumamız gereken birşey. Siz temel ihtiyaçlardan fazlasını talep etmezseniz sizi en fazla öldürür, başka da birşey yapamaz. Ölümden ötesi ise bence insancıllığı yaşayamadan, AN’ın tadını çıkartamadan ölüp gitmek hatta daha da kötüsü bunları yapamadığını bilerek yaşamaktır. (Depresyon niye böyle arttı sanıyoruz ki yani?)

Kendi klanı ile mutlu yaşamak isteyenlerin ait olabileceği bir klan varsa eğer bu klanın da toplumdaki diğer klanlanla akıl, duygu ve hatta güç üzerine dengeli bir ilişki kurmaları ancak bu isteğe hizmet eder. Diğer klanlarla ilişki kuramayacak kadar aptalsak (misal buna onurlu, gururlu, haysiyetli gibi saçma isimler de uydurabilirsiniz) zaten yapacak birşey yok.

Bize ait olan tek şey olan bilincimizi korumak ve onu insancıl duygularla doldurmak istiyorsak empati kurmamız lazım. Kimle olursa olsun, kimlerle olursa olsun, hangi kötü niyetlerle olursa olsun. Sanattan mutlu olmak ve sevebilmek için bilincimize ve olabildiği kadar özgür haliyle bilincimize ihtiyacımız var.

Özet: Empati+Topluma Teğet Geç+İnsancıllık (Sevgi+Sanat)+AN’ı farket+Sağlık

= Kısacık ömründe mutlu ol

PS: Formül yanlışsa suçu matematiğe atın valla, ben matematiğin de çok gerekli olmadığını düşüyorum :-)

 


Geri Dön ----- Mesaj Gönder