Aynen böyle düşünüyorum işte “Varolmayı açıklamaya çalıştığımız sürece aslında AN’ı yakalayıp gerçekten varolamayız”. Zira varolmayı açıklamaya çalışan tüm sistemler aslında varolduğumuzdan şüphe etmemiz sağlıyorlar gibi geliyor bana.

Bakınız; muhtelif inanç sistemleri, muhtelif yönetim sistemleri; suni bir zaman algısı üreten bilim ve felsefe sistemleri, sayılar ve sayı sistemleri.

Hepsi varoluşu açıklamaya çalışmıyor mu? Eeee. Biz zaten AN’ımızı farkettiğimiz zaman varolduğumuzu somut ve delile ihtiyaç bırakmayacak şekilde anlamayacak mıyız? Neden peki üretilen bu ŞÜPHE?

Çok basit elbette, bir grup insanın (küçük bir grup) diğer bir grup insanı (büyük bir grup) hükümranlığı altında tutması için.

Sürekli şüphe içinde kalırsak inanacak birilerini, inanacağımız düşünce sistemlerini aramaz mıyız? Ararız elbette ve biat ettiğimiz her sistem de bizi yönetmeye başlar.

Oysa evrenin özü kaostur, sevginin de özü kaostur. Her ne kadar -bilim insanları (beyin inceleyen takımı)- “hem, höm, hım, şimdi aşk diye birşey yoktur, sevgi de öyle, bunlar hep kimyasal reaksiyonlardır” türü palavralarla beynimizi bulandırsalar da aslında sevgi kaostur ve evrenin açıklamasında birşey kullanılacaksa illa kullanılacak tek argüman da kaosun kardeşi sevgidir ki bence evrenin açıklanmasına da gerek filan yoktur.

Sevgiyi neden ayıp, günah, ölümcül sonuçları olan tehlikeli birşeydir şimdi biraz anlamaya başladım gibi. Sevgi = Kaos = Evren’in açıklanmasına hiç gerek olmayan nedeni.

Zaman ile, sayı ile, bilim ile, felsefe ile ya da marka giyim ile, takım tutma ile, suni aidiyetlerle hep AN’ımızı gasp ediyor bu sistem; hem de komik bir açıklama ile “sistemin iyiliği için”

Bilim adamları uğraşıyorlar, düşünürleri, alimler hep varoluşu açıklamakla uğraşıyorlar, ya da dogmatik olarak zaten açıklamışlar.

Boşverin varoluşun sırrını, AN’ınızı yakalamanın sırrını arayın bence. Sevin sevilin canciğerlerim, kuzu sarmalarım.

Yarın yok ki…


Geri Dön ----- Mesaj Gönder