Kendimizi DIŞ’a dönük ama İÇ’imizin de farkında sanıyoruz ya, o öyle değil bence. İÇ’imizi toplum işgal etmiş, DIŞ’a İÇ gözümüzle bakamıyoruz.

Etrafımıza, toplumun gözümüzün (gönül gözümüzün) önüne koyduğu filtrelerle bakıyoruz. Ahlak, inanç, töre, ırk, cinsiyet, gurur, onur, haysiyet, şeref, şerefsizlik, iyi, kötü, doğru, yanlış, vs. vs. vs.

Kendi içimizi bilmeden, kendi içimizi tanımadan, kendi gözlerimizin hastalığını, sağlığını bilmeden birşeylere kızıyoruz, seviniyoruz, üzülüyoruz, nefret ediyoruz, eleştiriyoruz, sahipleniyoruz.

SAHİ KİMİZ BİZ GERÇEKTE? TAM İÇİMİZİN ORTASINDA, KİMİZ BİZ?

Eğer talebimiz barış, huzur, dostluk ve sevgi ise, nasıl olur bunu talep etmeyenlere cephe alıp onlardan nefret edebiliriz? Bu değerleri talep edenlere (yani bizden olanlara) saldırdılar, öldürdüler, aşağıladılar diye mi? Ne farkımız kalır o zaman onlardan? Ben size söyleyeyim, hiçbir farkımız kalmaz.

Zaten onlar diye birşey de yok, sadece korkmuş ve hayatta kalmak için içgüdüsel olarak bir aidiyet arayan insanlar var, o kadar korkmuş ki katilleri, canileri dillerine kahraman olarak alacak kadar korkmuşlar. O kadar korkmuşlar ki bu korkuyu körüklerse erk sahipleri, en korkunç katliamları bile yapacak kadar korkmuşlar. Aidiyete sığınmaya çalışıyorlar.

Kendilerini sevgisiz sakatlar olarak görüyorlar. Her sakatlanan uzuv gibi de sevginin yerine birşeyler koymaya çalıyorlar; haz, nefret, kavga, mülkiyetçilik, kendi ölümüne gidecek kadar bir cesaret (aslında ölüme kaçış) artık ne olursa. Zira kendilerini tanımıyorlar ve gerçekten çok korkuyolar

Ya biz (haydi biz diyelim kendimize madem onlar dedik, anlatımı bozmayalım)? Biz kendimiz birey olabildik mi? İçimizdeki kötülükleri anlayıp onlardan kurtulduk mu? Sevgi verebilecek ama herkese sevgi verebilecek hale gelebildik mi?

Hani meşhur İsa anlatısı var ya “ilk taşı günahsız olanınız atsın” diye, hakikatten atabilecek var mı o taşı içimizde, ONLAR’a? Uyumlu ve düzenli bir birlikteliği sağlayabilecek kadar kendi nefretimizi bastırabilecek miyiz? Ya da şöyle söyleyeyim, arınabildik mi nefretten?

Size söylüyorum da ben kızmıyor muyum sanıyorsunuz? Hem de ne kızıyorum, ne kadar çok üzülüyorum tüm bu bana saçma gelen kötülüklere, yanlışlıklara, ama o taşı atacak kadar masum bir yerimi bulamadım henüz kendi içimde, arıyorum.

Hem bulunca da zaten taş atabilecek bir gereklilik hissetmeyeceğimi düşünüyorum. Umarım birgün bulurum da anlarız bunu da.

Toplumlarla, dernekler, topluluklarla, birlikteliklerle kısacası tüm sosyal örgütlerle birşeyi düzeltmek mümkün değil, bunu hala niye göremiyoruz?

Toplanıp da “haydi kendi sokağımızı temizleyelim” deyip de temizlediğimizde diğer sokakların hala kirliği olduğu bilgisini kendimizden saklayabilecek miyiz? Ya da kendi sokağımızın da 2 gün sonra kirleneceği bilgisinden kaçabilir miyiz? Çöp atan zihin yapısını, atmayan ve çöp kutusu kullanan zihin yapısına dönüştürmeden ne kadar çok şey yaparsak da hepsinin boş olduğu algısına sahip değil miyiz?

Eğer insanlar durumlarla mücadele etmeye devam ederse maalesef savaşlar hiç bitmeyecek. Ben bu savaşlarda taraf olmak da madur olmak da istemiyorum. Gerekirse öleyim, madur olayım ama bir savaşta taraf olmayayım

Ne hiçbirinizle tarafım, ne herhangi birinizden nefret ediyorum, ne de hepinizi seviyorum/sevebiliyorum. Sadece kendi mi daha fazla tanıyıp sonunda herkesi sevmeye/anlamaya/şevkat göstermeye çalışıyorum. Bunu da ya yaparım, ya yapamam. Ama gruplarla, organizasyonlarla, toplumlarla entegre olmak istemiyorum, bunu yapacaksam da sadece birey olarak kendim yaparım ve deneyimlerini paylaşarak belki başkalarının da yapmasına imkan tanırım.

Önce bir dünyaya kendi gözlüklerimle bakayım da bakalım neler göreceğim…

 


Geri Dön ----- Mesaj Gönder